Şoför mü Şoför mü? Güç, İktidar ve Toplumsal Yönelim Üzerine Siyasal Bir Okuma
Bir siyaset bilimci olarak her sabah trafikteyken bile düşünürüm: kim yönetiyor, kim yönlendiriliyor? “Şoför mü şoför mü?” sorusu, kulağa basit bir kelime oyunu gibi gelse de aslında iktidar, yön, kontrol ve itaat arasındaki derin ilişkileri düşündürür. Dil, toplumun aynasıysa; bu soruda gördüğümüz yalnızca yazım farkı değil, aynı zamanda bir güç ilişkileri haritasıdır. Kim direksiyon başında, kim arka koltukta? Kim toplumu yönlendiriyor, kim sadece taşınıyor?
İktidarın Direksiyonunda Kim Var?
Siyaset bilimi açısından iktidar, yalnızca devleti yönetenlerin elinde değildir; aynı zamanda gündelik hayatın her anına sinmiş bir güç ağından ibarettir. “Şoför” kelimesi bu açıdan metaforik bir anlam taşır: yönetme kapasitesi, yön verme iradesi ve sorumluluk. Ancak aynı kelimeyi farklı tonla söylediğimizde, “şoför mü, şoför mü?” sorusu, yönetenin kim olduğunu sorgulamaya başlar.
Modern devlet, vatandaşını bir aracı gibi yönlendirirken, birey çoğu zaman direksiyonun kimde olduğunu unutmuştur. Demokrasi, bu direksiyonun dönüşümlü olarak halkın eline geçmesi gereken bir düzendir. Ama gerçekten öyle mi oluyor? Yoksa biz sadece bir “yolcu” muyuz, politik aracın içinde sessizce taşınan?
Kurumsal Mekanizmalar: Direksiyonun Sabitlenişi
Siyaset kurumları, görünürde halk adına karar alan yapılardır. Ancak iktidar ilişkileri, bu kurumların iç dinamiklerinde şekillenir. Parlamentolar, partiler, bürokrasi ve medya — hepsi birer “şoför koltuğu” işlevi görür. Bu koltukların kim tarafından, hangi meşruiyetle doldurulduğu, demokrasinin niteliğini belirler.
İktidar burada yalnızca bir güç aracı değil, aynı zamanda bir kontrol biçimidir. Kimi zaman sürücü değişir ama rota aynı kalır. Tıpkı bir otobüste yolcuların yer değiştirmesi ama aracın aynı güzergâhta ilerlemesi gibi. İşte tam da bu noktada şu soruyu sormak gerekir: Gerçek şoför kimdir — direksiyonu tutan mı, yoksa rotayı çizen mi?
İdeolojinin Gizli Navigasyonu
Her toplumun yol haritası, görünmez bir navigasyon sistemiyle çizilir: ideoloji. İdeoloji, şoförün kararlarını yönlendiren, yolun nereye gideceğini belirleyen sessiz bir rehberdir. Birey, çoğu zaman bu rotayı sorgulamadan takip eder. Vatandaşlık bilinci burada devreye girer: Yolcu koltuğunda oturmak mı, yoksa rotayı sorgulamak mı?
Siyaset biliminin temel sorusu, iktidarın kaynağını değil, etkisini anlamaktır. İdeoloji, bireylerin seçimlerini “doğal” göstererek yönlendirir. Bir toplumda erkeklerin daha fazla “şoför koltuğunda” olması, sadece biyolojik ya da kültürel bir durum değil; tarihsel olarak kurumsallaşmış bir ideolojik kalıptır.
Cinsiyet ve İktidar: Farklı Direksiyon Biçimleri
Toplumsal cinsiyet rolleri, siyasal katılım biçimlerini de şekillendirir. Erkekler genellikle stratejik ve güç odaklı yaklaşımlarla siyasal “sürücülük” üstlenirken, kadınlar demokratik katılımı ve toplumsal etkileşimi ön plana çıkarır.
Erkek siyasetçi genellikle hedefe ulaşmayı, kontrolü sürdürmeyi ve riskleri minimize etmeyi önemser; tıpkı bir sürücünün hızını ve rotasını hesaplaması gibi. Kadın siyasetçi ise yolda kimlerin olduğunu, yolculuğun nasıl geçtiğini ve kimin geride kaldığını önemser; yani toplumsal etkileşim, adalet ve katılım onun siyasal pusulasını oluşturur.
Bu fark, demokratik toplumlarda bir çatışma değil, tamamlayıcılık yaratır. Siyaset, yalnızca direksiyonu kimin tuttuğu değil, kiminle ve nasıl gidildiğiyle ilgilidir.
Vatandaşlık: Direksiyonun Paylaşımı mı, Teslimi mi?
Demokratik toplumlar, vatandaşlarını aktif sürücüler haline getirmeyi amaçlar. Ancak modern siyasal kültür, bireyleri giderek pasif yolculara dönüştürmektedir. Katılım yerine seyircilik, sorgulama yerine kabullenme, yurttaşlığı temsili bir kimliğe indirger.
Bu noktada provokatif bir soru sormak gerekir: Eğer herkes sürücü olamazsa, demokrasi gerçekten mümkün mü? Yoksa sadece “şoförlerin seçildiği” bir sistemde mi yaşıyoruz?
Son Viraj: Şoför Değişmezse Yol Değişir mi?
Toplumlar bazen şoförü değiştirerek değişim yaşadığını sanır. Oysa esas dönüşüm, direksiyonun paylaşımında, rotanın yeniden çizilmesindedir. İktidarın demokratikleşmesi, bireyin yalnızca yolcu olmaktan çıkıp karar süreçlerinde söz sahibi olmasıyla mümkündür.
Trafik metaforu burada tamamlanır: Eğer herkesin sesi duyulmazsa, kimse nereye gittiğini bilemez. Gerçek siyaset, aracın markasıyla değil, yolculuğun adaletiyle ölçülür.
Sonuç: Kim Direksiyonda?
“Şoför mü şoför mü?” sorusu, aslında kimin yönettiğini, kimin yönlendirildiğini sorgulayan siyasal bir çağrıdır.
Bir devlet, bir parti, bir toplum ya da bir aile — hepsi kendi iç “şoförlerini” yaratır.
Peki sen hangi koltuktasın? Direksiyonda mı, yoksa sessiz bir yolcu koltuğunda mı oturuyorsun?
Cevabı düşün, çünkü siyaset tam da o düşünme anında başlar.